ABDULLAH CANAN’I UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ!
İnsan hakları hukukuna göre, hakikati bilme hakkı
yalnızca kayıp yakınlarının sahip olduğu bir hak değil, aynı zamanda kollektif
bir hak olarak da kabul edilir. Buna göre; herkesin, geçmişte işlenen ağır
insan hakları ihlallerine yol açan koşullar ve nedenlere ilişkin hakikati
bilmeye hakkı vardır.
Ancak Türkiye’de bu hak, maddi gerçeği açığa
çıkarmakla yükümlü olan yargı makamları tarafından engellenmektedir. Tanıklara
ve suça iştirak edenlerin itiraflarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına rağmen, gözaltında kaybetme davalarının
beraatle sonuçlanması, hesap verebilirlik ve toplumsal iyileşmeyi
imkansızlaştırmaktadır.
Daha dün, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararı
sonrası Eskişehir 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Nezir Tekçi davasında,
sanıklar hakkında yeniden beraat kararı verildi. Oysa asker tanıklar, Tekçi’nin
nasıl infaz edildiğini mahkemede anlattılar. 14 tanık, suçun işlendiğine dair
beyanlarda bulundu. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi bu davada Türkiye’yi mahkûm etti ve Anayasa Mahkemesi ihlal kararı
verdi.
İşte tam da bu nedenle soruyoruz: hakikat ve adalet
talep edenlere bu taleplerinin asla karşılanmayacağı duygusu yaşatılırken,
barışın koşullarından söz edilebilir mi? İnkarın, hukuksuzluğun ve
adaletsizliğin gölgesinde demokratik açılımdan bahsedilebilir mi?
1034.haftamızda, hukukun hiçe
sayıldığı Abdullah Canan dosyasını bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyoruz.
43 yaşındaki Abdullah Canan, Yüksekova’da yaşayan
bir iş insanıydı. Bölgede yaygın bir biçimde işlenen ve ailesini de hedef alan
ağır hak ihlalleri nedeniyle savcılığa başvurdu. Yedi akrabası ile
birlikte yaptıkları başvuruda, Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı
Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine, Yurdakul,
Canan ve şikâyetçilerden 2 kişiyi taburdaki makamına çağırarak,
kendisi hakkındaki şikâyetlerinden vazgeçmelerini istedi. Abdullah Canan,
şikayetinden vazgeçmeyeceğini söylediğinde, Binbaşı Yurdakul tarafından tanıklar
önünde tehdit edildi
Bu olaydan birkaç gün sonra, Abdullah Canan, 17 Ocak
1996 sabahı Hakkâri’ye gitmek üzere Yüksekova’daki evinden ayrıldı. Tanık
beyanlarına göre, Yüksekova - Van karayolunda askerler tarafından otomobili
durdurularak gözaltına alındı ve askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando
Taburu'na götürüldü.
Ailesi, yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak
Canan’ın bulunmasını istedi, ancak onun gözaltına alındığı inkâr edildi.
21 Şubat 1996 günü, Abdullah Canan’ın ağır işkence
görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu. Canan, yakın mesafeden atılan
7 kurşunla öldürülmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak Yüksekova-
Esendere Karayolu’ndaki bir menfeze bırakılmıştı.
Canan Ailesi, Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı'na
başvurarak, Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle
Binbaşı Yurdakul aleyhinde suç duyurusunda bulundu.
Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı
Kahraman Bilgiç, savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan'ın taburda
işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un
talimatı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla
öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı.
Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak,
gözaltına alındığı inkar edilen Abdullah Canan’ı Şubat ayında tabur
karargâhındaki revirde, başı sarılı vaziyette gördüğünü söyledi.
Kahraman Bilgiç, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul,
Yüzbaşı Nihat Yiğiter ve Üsteğmen Bülent Yetüt hakkında Diyarbakır DGM
Savcılığı’nca soruşturma açıldı. Bu kişiler, Abdullah Canan’ı tasarlayarak
öldürmekle suçlandı.
Ancak 12 Kasım 1999 tarihinde, Hakkâri Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen davada sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan
2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı. (Karar No:
2001/1226)
Canan Ailesi’nin 1997 yılında başvurduğu AİHM, 26
Haziran 2007 tarihinde dava sonucunu açıkladı. AİHM 3. Dairesi,
"Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da
anlaşılacağı üzere Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce
saptanmıştır. Canan, öldürülmeden önce ağır işkence görmüştür." tespitinde
bulunarak, Türkiye'nin iç hukukundaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak
değerlendirdi ve oy birliği ile yaşam hakkının esas ve usul yönünden ihlal
edildiğine karar verdi. (Başvuru No:39436/98)
Gözaltında kaybedilişinin 29 yılında bir kez daha
hatırlatıyoruz: Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma
Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na
yaptığı itiraz yazısında, AİHM kararında Abdullah Canan’ı gözaltına alanların,
işkence ile katledip bedenini kaybedenlerin isimleri yazılıdır. Abdullah
Canan’ın faillerinin üzerindeki koruma kalkanı kaldırılana ve yeniden
yargılanıp cezalandırılana kadar bu dava bizim için kapanmayacak.
Kaç yıl geçerse geçsin Abdullah Canan
için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten; devletin evrensel hukuk normları
içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz!
Cumartesi
Anneleri -
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon